10 Haziran 2014 Salı

Yeni başlangıçlar şerefine yak bi ballı puro bebeğim!


23:10
Hoptirininay nay, naynay ninaynom. Tamam tamam en ince ayrıntısına kadar tadını çıkararak anlatacağım olanları…
Dün bilgisayarımdan ayrıldığımda, yazarken olduğumdan daha korkak buldum kendimi. Birkaç adım atıp kanepede oturdum, tuvaletten çıkan Ümit’in yavaş hareketlerle çekyata uzanışını, kahvaltıyla ilgili mırıldanıp gri eşofmanının kıvrılmış bacaklarından kıllı ayaklarını kaşıyışını seyrettim. Bir insan neden alafranga tuvalete sıçarken ayaklarını sıvar ki? Alaturka tuvaletle büyümüş bir gencin garip alışkanlıkları mı? Uzunca bir süre kıvrık paçalarını seyrettim, her şey normalleşti, hayatıma devam edeceğimi anladım. Neden sonra, buraya dönüp yazılarımda kendimle yüzleşeceğimi ve buna bir kalıp uyduracağımı, bir bahane bulacağımı fark ettim. Neden? Neden her seferinde kendimce bahaneler bulup erteliyorum diye düşündüm. Yapmam gereken bir çözümleme var. Sorularımı sırayla sormalı, dürüstçe cevaplamalıyım:
Şu yüze dikkatle bak! Bu adamı seviyor musun?
Sessizlik…
Tamam, hadi bunun cevabını net olarak veremiyorsun, hadi sana sevdiğinden emin bile olmadığın bir adamla n’apıyorsun diye de sormiyim. Peki… O zaman şunu cevapla: Şu anda istediğin hayatı mı yaşıyorsun?
Hayır!
Çok net?
Evet!
Tamam, peki istediğin hayat nasıl? Yani sence ne eksik hayatında: Sağlık mı? Para mı? Arkadaşlar mı? Aşk mı?
Hemoroid (böyle söyleyince kastettiğin şey basur değilmiş gibi havalı geliyor kulağa) haricinde herhangi bir sağlık problemim yok son günlerde (gülümsüyorum sessizce), Para dersen Selim Bey’de gani, evet kendi paramı kazanmak istiyorum ama avukatlıktan olmayacağı neredeyse kesin ama yine de bu konu şu anda kafamı kurcalayan en son şeylerden biri. Arkadaşlarım ve ortamımda mutluyum, geriye kalan sorunun cevabı sanırım mutsuzluğumun nedeni.
Sonuç olarak aşık değilsin, ayaklarını yerden kesen karnında kelebekler uçuşturan bir Amerikan Romantik komedisinden fırlamak ister gibi bir halin var ama reytingi düşük bir sitcom tadında binlerce kötü esprinin etrafında döndüğü bir hayat yaşıyorsun.
Sana diyorum kızım, hooop, uyanamadın galiba? Diye homurdanan bir ayı gibi araya giren Ümit’in sesi beni düşüncelerimden alıp içinde yaşadığım bu kötü sitcom ‘un başarısız başrol oyuncusunun yanına getiriyor. O dakikadan sonra bu komedi sezon finalini yapabilir, hadi kızım, yeter artık zaten reyting almıyor kaldır şunu yayından!
-Ne var?
-Ne demek ne var? Bir saattir bi şey soruyoruz burada, kahvaltı diyorum, yapmayacak mıyız?
- Yapmicaz, bundan sonra kahvaltı yapmıyoruz, ben kahvaltı etmeyi bıraktım, eğer çok istiyorsan mutfak orada, kalk kendin hazırla!
-Regl misin sen? Moyen günün falan mı? Gece kabus mu gördün?
-Evet kabus gördüm gece, uyandığımı sandım ama inception gibi bir türlü uyanamadım, ne zaman uyandığımı sansam sen yine ordaydın! Bütün ayılığınla, düzlüğünle, sığlığınla beni boğup duruyordun. Sanırım artık uyanıcam çünkü gerçekten çok sıkıldım. Seninle çok güzel 3 yılımı geçirdim diyemicem, nankörlük ediyorsun diyebilirsin ama beraber geçirdiğimiz en güzel tatilde bile eksik bir şey vardı, dönüp güzel anlarımızı hatırlamaya çalıştığımda hep kafamda “Ulan orda bunu söyleyip gecemi berbat etmişti, burada bunu yapıp beni yalnız bırakmıştı, şurda keşke beni desteklemiş olsaydı, burada ben onu destekleyebilirdim ama içimden gelmedi!” … Bir tane bile güzel şey hatırlayamıyorum, hepsi lekeli.
-Tamam, sen ciddisin, kahvaltıdan buralara geldik hadi bakalım.
-Bu sefer dürüst olucam sana, o kadar çok gece uyanıp yalnız olmayı diledim ki! Ben yalnızlıktan nefret ederim! Ama yalnızlığı bile sana tercih ettiğim çok fazla gecem var. Ben geceleri severdim ama sayende onlar benim için birbirini takip eden sıkıcı saatler. Herhangi bir renk yok çünkü. Hayatta insanın en önemli zamanı ne biliyor musun? Okulu, işi, çocuğu, boku püsürü değil. Hayatta en önemli kendine ait en değerli zaman seviştiğin zamandır! Seks önemlidir ve eğer güzel seks yoksa güzel ilişki de yoktur.
-İyice belden aşağı vurdun kızım, saçmalama da konuşalım doğru düzgün… kalkıp bana doğru yürümek için doğruldu kanepeye oturdu, bana bakarken yine dizini kaşıdı, o kadar sinirliyim ki! Gri eşofmanlardan nefret ediyorum, kıvrık paçalardan nefret ediyorum, senden nefret ediyorum.
-Konuşacak bi şey yok, daha fazla konuşursam daha fazla kırarım. Benim için bitmiş olan bir ilişkiye devam etmemizin anlamı yok!
-Ela sen ciddi misin? 1 Nisan falan da değil, kamera şakası falan mı yapıyosunuz? Sonra Melih’le taşak geçeceksiniz di mi? Yemezler!
-Gerçekten şu anda edilebilecek küfürlerin sonundayım, hepsinden daha ağır bir şey bulmaya çalışıp bulamıyorum. Nasıl farklı bir frekanstayız seninle! Yüzüme bakıp ne kadar ciddi ne kadar şaka olduğunu bile anlayamayacak kadar ilgisizsin bana. Ne kadar eksik, ne kadar yüzeysel, ne kadar yapay bir ilişki bu! Burada oturup ilişkimizin eksilerini artılarını masaya yatıracak değilim, bu ilişkinin tedavi edilir bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Daha evvel de sana açtığım konuların tamamı hiç düzelmemiş şekilde önümde ve yenileri de eklenip duruyor. Uzun ilişkilerin kaderi bu belki de, ölüme mahkumlar! Ya da ben yalnızken daha iyiyim bilmiyorum. Ne söylersen söyle fikrim değişmeyecek. Benden hala bir açıklama bekleme çünkü artık her şeyi tükettim. Bu kadar sakin bitmesi en güzeli. Kahvaltını et sen!
Kalkıp dolaptan eşyalarımı, telefonumu, tabletimi, kulaklığımı aldım. Sigaramı cüzdanımı, sırt çantama doldurdum, evin anahtarını aldım (sonradan gelip kalan eşyaları almak için gerekli olacak!) O dakikadan sonra yanımda oturup bana bir şeyler anlatmaya çalışan Ümit’in söyledikleri birer mırıltı olarak fon müziği oldu mutlu dansıma. Kapıyı çektiğimde o apartmandan her zamankinden mutlu çıktım güneşe…
Ne yapacağımı planlamamıştım saate baktım 13:56, iskeleye yürüdüm, denize baktım, mavi minibüslerin kornalarına sinirlendim, terledim, deniz kenarında oturup çay içtim. O apartmanı hiç sevmemiştim, sebebi sanırım en baştan oraya taşınmak istemememdi, sebebi Ümit’i sevmememdi. Birinin iyi bir insan olması onu yaşanabilir ya da her şeyden öte sevişilebilir kılmıyor.
Saat 16:00 civarı bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm, keşke çıkmadan duş almış olsaydım. Telefon rehberini ve whatsapp’i dolaştım. Selin her zaman en yakınım ama onda kalamam. Mutlu ailesi ve bebeği şu anda ihtiyacım olan şey değil. Onun yanına biraz daha düzeldiğimde giderim. Şu an özgürlüğümün tadını çıkarmalıyım. Her zaman gittiğim yerlerin haricinde, gitmek istediklerimi bulup bana ait bir zaman yaratmayalı uzun zaman olmuş.
Sanırım Esra’yı bir denemeliyim. Önce mesajla yoklamak en iyisi.
-Pişt, nabıyon? …
Sessizlik… Bu süreçte insan kendini mal gibi hissediyor, samimi olduğun bir arkadaşını uzun zaman ihmal etmişsin, sonra işin düşmüş ve sanki hiç mesafe girmemiş gibi bir giriş yapmaya çalışıyorsun ama karşılığı geciktikçe aptallaşıyorsun. Üzerinden yarım saat geçiyor, o arada birkaç arkadaşı daha deniyorum, tabi daha seviyeli bir girişle, herkesin planı önceden yapılmış ya da hafta içi onlar için ev demek bilemiyorum.
Yarım saat sonunda Esra : İyidir be ya! Toplantıdayım, çıkınca ariyim seni?
Ffff, tam bir rahatlama! Trip yok, seviye yok, mesafe yok!
-Tamam, önemli ama bak ihmal etme, akşama görüşmemiz lazım, girlz night out bitch!
-Hımm, Ok du bekle!
3 dakika geçmeden telefonum çalıyor, Esra heyecanlı bi sesle:
-Anlatsana ne oldu? Ümit’le ayrıldın mı yoksa?
-Müneccim boku mu yedin?
-Bebeğim özellikle son bir yıldır ne zaman kızkıza çıkabildik? Kuyruğundan kurtulduysan bunu kutlamalıyız, belki daha evvel bu kadar açık dile getirmedim ama o kıl yumağını hiç sevememiştim!
Samimiyeti içimi ısıttı, o kadar uzun zamandır bu huzura ihtiyacım var ki, özgürlük damarlarımda karıncalanıyor, üstelik ay başı ve hesabım dolu olmalı!
-Ne zaman çıkıyorsun işten?
-Normalde altıda ama bugün toplantı uzayabilir, İsviçre’den finans bilmemnesi gelmiş, her şeyi denetliyorlar şirkette.
-Tamam Kadıköy’deyim ben, ara beni gelince!
-Tamam bebeğim! Wuuhuuu! Sesindeki neşe ve cilve beni de heyecanlandırdı, sanırım güzel bir akşam olacak! Kadıköy’de bir Pazartesi akşamı ne kadar eğlenilebilir ki?
Esra gelene kadar önce bir yerde oturup koca bir tabak pizza yedim ve bira içtim. Sonra kalkıp barlar sokağında bir bara oturdum, daha gündüz ve hafta içi olduğundan yoldan geçen herkesin hayatlarıyla ilgili hayaller kurarak saati 7 ettim ama Esra hala ortada yoktu. Yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlayan sokaklarda biraz gezinmek isteğiyle yerimden kalktığımda kaç bira içmiş olduğumu saymaya çalıştım ama 5 olmalı sanırım. Çoktan geceye hazırım.
Buraların bu kadar kalabalıklaşmış olması beni her gezişimde hayrete düşürür. Oldum olası sevdiğim, çocukluğumu gençliğimi geçirdiğim bu sokaklarda şimdi bir ayrılığı atlatıyorum. Atlatıyor muyum? Kutluyorum daha doğru sanırım…
Saat sekize gelirken sanırım telefonum çalıyor, Migros’un önünde buluşuyoruz Esra’yla. Siyah kumaş pantolon, beyaz şifon gömleğiyle çok  resmi görünüyor ama kollarını kocaman açıp bana koşarken bir anda çocukluk arkadaşıma dönüveriyor. Bazı insanlar dış görünüşlerinden ne kadar farklı! Saçlarının rengini açmış, yaza girerken daha sarı olunması gerektiğiyle ilgili bir genel geçer algının varlığını savunur hep. Bildiğim şeyler değil, kuaförler bana hep uzak oldu.
Bir sigara yakıp yürümeye başlıyorum, yanımda meraklı gözlerle “ee anlat” bakışını atıyor. Ümit yolda sigara içmemden nefret ederdi, bense çok severim!
Biraz yürüdükten sonra eskiden çokça takıldığımız bir bara oturuyoruz. Birer bira geldiğinde içimi dökmeye ne kadar hasret olduğuma şaşırıyorum. Anlatılacak çok şey var aslında, üstelik çakırkeyiflikten düşen çenem sayesinde içimden geldiğince anlatıyorum. Bir ara gözüm gökyüzündeki bir uçağa takılıyor. Ne kadar gitmek istediğimi düşünüyorum. Allah’ım gitmeliyim buradan!
Esra bir ara tuvalete kalktığında sigaramın bittiğini fark ediyorum, masada çantası yok, kesin makyaj tazelemek için yanına almıştır, bekar kızların kendine bakmasıyla Esra’nın kendine bakması arasında çok fark var. Eminim Esra evli ve 3 çocuklu olduğunda da kimse onu eyeliner ve pudrası olmadan göremez. Geçerken tuvalete uğrayıp onu beklediğim gibi aynanın karşısında buluyorum:
-Ben sigara almaya çıkıyorum.
-Tamam, ballı puro da alsana? Kutlayalım.
Gülümseyip çıkıyorum. Hep haftasonları (onda da seyrek olarak) çıkan biri olarak hafta içi hem de gecenin bu vaktinde sokakların bu kadar canlı olmasına şaşırdığımı hatırlıyorum. Sigarayı alıp biraz yürüdükten sonra puroyu almayı unuttuğumu fark edip aniden döndüğüm sırada birine çarpıp irkiliyorum. Melih iki omzumdan beni kavrayıp “vovoo yavaş yengeaanım! Napıyosun burada? Şurda oturuyoruz biz de arkadaşlarla, bakkaldan çıkarken gördüm, nerdesiniz?”
-Bilmiyo musun?
- Neyi? Kavga mı ettiniz?
-“Ayrıldık!” Kafasını geri çekip nassı yani bakışı atıyor. “Evet, ve ciddiyim, sanırım bu da seninle vedalaşmam demek oluyor.” Biraz geri çekilip resmi bi şekilde elini sıkıyorum, elimi bırakmıyor “ Nasıl yani, dur bakalım gel şöyle” Elimden beni kenara çekiyor. Oturduğu masaya bakıyorum, iki kız bir erkek arkadaşıyla beraber, kızlardan biri sohbet ederken yan gözle bizi kesiyor. Takıldığı kızlardan biri olmalı, esmer uzun bacaklı, güzel bi hatun.
“Ela?” elimden biraz çekip yüzüne bakmamı sağlıyor. Elimi hala bırakmadı, ne yapıyor bu?
-Efendim Melih?
- Kızım saçmalamasana, kiminlesin sen?
- Sanırım bu soruna cevap vermem için bir sebep yok. Üstelik arkadaşım beni bekliyor müsaade edersen? Bakışıyoruz.
-Seninle geliyorum!
-Hayır gelmiyorsun.
-Evet geliyorum, bekle, yanımdan ayrılıp masaya gidiyor. Arkasından birkaç saniye baktıktan sonra yürümeye devam ediyorum. Nerden çıktı karşıma, Esra’yla olduğumu Ümit’e söylerse onda kalmaya devam edemem. Nerde olduğumu bilmemeli ki bu ayrılığı gerçekleştirebileyim.
Tam bara girecekken arkamdan yetişiyor. Cebimden telefonu çıkarıp Esra’ya yazıyorum: “ bi arkadaşı gördüm sohbet ediyorum, gelicem birazdan, yalnız bıraktım seni ama bunu halletmem lazım!” Melih beni kenara çekip apartmanın girişinde kalabalıktan uzak bir köşede sıkıştırıyor. Soran bakışlarla yüzüme baktığı sırada telefonum titriyor, çıkarıp bakıyorum: “Ümit mi yoksa?” cevaplıyorum “ Yok merak etme! Gelicem!” “OK”
-Ne var Melih, gelme dedim sana!”
-Sarhoş görünüyorsun.
-Sanane! Bi düşün yakamdan ya!Kötü olmiyim diyorum da ailecek çok uğraştırıyosunuz beni, bitti işte sevmiyorum ve artık hayatıma devam etmek istiyorum. Birbirimize göre değiliz, devam etmemiz zaten saçmalık olacak, uzadıkça daha da anlamsızlaşıyor.
-Sebep?
-Sevmiyorum dedim ya başka sebebe gerek var mı?
-Bu kadar çabuk karar vermesen aslında, 3 sene az zaman değil. Eliyle tekrar omzumdan tutup beni apartmanın girişindeki merdivenlere oturtuyor. Yan yana bir süre öylece oturuyoruz. Bu çocuğun sevdiğim yanlarından biri dinlemeyi bilmesi sanırım. Bana anlatmam için zaman tanıyor. Anlatacak bir şey olmadığından, sessizlik uzayınca pes ediyor.
-Peki! O zaman güvenilir birinin yanında olduğunu varsayıyorum.
-Emin olabilirsin.
-Peki! … birkaç dakika daha sessizce oturuyoruz.
-Gitmem gerek, arkadaşımı yalnız bıraktım.
-Tamam, o zaman bu bir veda mı gerçekten?
-Evet, kendine iyi bak, belki ilerde bir fırsat olur görüşmek için.
-“Umarım olur.” Biraz imalı mı söyledi? Kafamı kaldırıp yüzüne bakıyorum, gözgöze bakıyoruz birkaç saniye, açık kahverengi gözleri karanlıkta güzel ve hüzünlü, sanırım gerçekten gitmeme üzülüyor. Yanaklarıma eğilip yavaşça öpüyor, o kadar yavaşki içimde bir şeyin kıpırdadığını hissediyorum, diğer yanağıma geçtiğinde nefesini de hissediyorum, istemsiz bir şekilde ben de aynı yavaşlıkta öperek karşılık veriyorum. Dakikalarca sürmüş gibi geliyor bu koklaşma bana.
-Gitmem lazım… diye fısıldıyorum kulağına ve yanağımı ayırıyorum. Hoşça kal.
Esra’nın yanına döndüğümde içimde başka bir kıpırtı, yeni bir dönemin başlangıcı, özgürlüğün ve bekarlığın verdiği güç damarlarımda dolanıyor. Bir saat kadar daha içip kutladıktan sonra bir taksiye atlayıp Bostancı’daki evine geliyoruz.

Macera yeni başlıyor bebeğim! Bundan eminim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder