23:10
Hoptirininay nay, naynay ninaynom.
Tamam tamam en ince ayrıntısına kadar tadını çıkararak anlatacağım olanları…
Dün bilgisayarımdan ayrıldığımda,
yazarken olduğumdan daha korkak buldum kendimi. Birkaç adım atıp kanepede
oturdum, tuvaletten çıkan Ümit’in yavaş hareketlerle çekyata uzanışını,
kahvaltıyla ilgili mırıldanıp gri eşofmanının kıvrılmış bacaklarından kıllı
ayaklarını kaşıyışını seyrettim. Bir insan neden alafranga tuvalete sıçarken
ayaklarını sıvar ki? Alaturka tuvaletle büyümüş bir gencin garip alışkanlıkları
mı? Uzunca bir süre kıvrık paçalarını seyrettim, her şey normalleşti, hayatıma
devam edeceğimi anladım. Neden sonra, buraya dönüp yazılarımda kendimle
yüzleşeceğimi ve buna bir kalıp uyduracağımı, bir bahane bulacağımı fark ettim.
Neden? Neden her seferinde kendimce bahaneler bulup erteliyorum diye düşündüm.
Yapmam gereken bir çözümleme var. Sorularımı sırayla sormalı, dürüstçe
cevaplamalıyım:
Şu yüze dikkatle bak! Bu adamı
seviyor musun?
Sessizlik…
Tamam, hadi bunun cevabını net
olarak veremiyorsun, hadi sana sevdiğinden emin bile olmadığın bir adamla n’apıyorsun
diye de sormiyim. Peki… O zaman şunu cevapla: Şu anda istediğin hayatı mı
yaşıyorsun?
Hayır!
Çok net?
Evet!
Tamam, peki istediğin hayat
nasıl? Yani sence ne eksik hayatında: Sağlık mı? Para mı? Arkadaşlar mı? Aşk
mı?
Hemoroid (böyle söyleyince
kastettiğin şey basur değilmiş gibi havalı geliyor kulağa) haricinde herhangi
bir sağlık problemim yok son günlerde (gülümsüyorum sessizce), Para dersen
Selim Bey’de gani, evet kendi paramı kazanmak istiyorum ama avukatlıktan
olmayacağı neredeyse kesin ama yine de bu konu şu anda kafamı kurcalayan en son
şeylerden biri. Arkadaşlarım ve ortamımda mutluyum, geriye kalan sorunun cevabı
sanırım mutsuzluğumun nedeni.
Sonuç olarak aşık değilsin,
ayaklarını yerden kesen karnında kelebekler uçuşturan bir Amerikan Romantik
komedisinden fırlamak ister gibi bir halin var ama reytingi düşük bir sitcom
tadında binlerce kötü esprinin etrafında döndüğü bir hayat yaşıyorsun.
Sana diyorum kızım, hooop,
uyanamadın galiba? Diye homurdanan bir ayı gibi araya giren Ümit’in sesi beni
düşüncelerimden alıp içinde yaşadığım bu kötü sitcom ‘un başarısız başrol
oyuncusunun yanına getiriyor. O dakikadan sonra bu komedi sezon finalini
yapabilir, hadi kızım, yeter artık zaten reyting almıyor kaldır şunu yayından!
-Ne var?
-Ne demek ne var? Bir saattir bi
şey soruyoruz burada, kahvaltı diyorum, yapmayacak mıyız?
- Yapmicaz, bundan sonra kahvaltı
yapmıyoruz, ben kahvaltı etmeyi bıraktım, eğer çok istiyorsan mutfak orada,
kalk kendin hazırla!
-Regl misin sen? Moyen günün
falan mı? Gece kabus mu gördün?
-Evet kabus gördüm gece,
uyandığımı sandım ama inception gibi bir türlü uyanamadım, ne zaman uyandığımı
sansam sen yine ordaydın! Bütün ayılığınla, düzlüğünle, sığlığınla beni boğup
duruyordun. Sanırım artık uyanıcam çünkü gerçekten çok sıkıldım. Seninle çok
güzel 3 yılımı geçirdim diyemicem, nankörlük ediyorsun diyebilirsin ama beraber
geçirdiğimiz en güzel tatilde bile eksik bir şey vardı, dönüp güzel anlarımızı
hatırlamaya çalıştığımda hep kafamda “Ulan orda bunu söyleyip gecemi berbat
etmişti, burada bunu yapıp beni yalnız bırakmıştı, şurda keşke beni desteklemiş
olsaydı, burada ben onu destekleyebilirdim ama içimden gelmedi!” … Bir tane
bile güzel şey hatırlayamıyorum, hepsi lekeli.
-Tamam, sen ciddisin, kahvaltıdan
buralara geldik hadi bakalım.
-Bu sefer dürüst olucam sana, o
kadar çok gece uyanıp yalnız olmayı diledim ki! Ben yalnızlıktan nefret ederim!
Ama yalnızlığı bile sana tercih ettiğim çok fazla gecem var. Ben geceleri
severdim ama sayende onlar benim için birbirini takip eden sıkıcı saatler.
Herhangi bir renk yok çünkü. Hayatta insanın en önemli zamanı ne biliyor musun?
Okulu, işi, çocuğu, boku püsürü değil. Hayatta en önemli kendine ait en değerli
zaman seviştiğin zamandır! Seks önemlidir ve eğer güzel seks yoksa güzel ilişki
de yoktur.
-İyice belden aşağı vurdun kızım,
saçmalama da konuşalım doğru düzgün… kalkıp bana doğru yürümek için doğruldu
kanepeye oturdu, bana bakarken yine dizini kaşıdı, o kadar sinirliyim ki! Gri
eşofmanlardan nefret ediyorum, kıvrık paçalardan nefret ediyorum, senden nefret
ediyorum.
-Konuşacak bi şey yok, daha fazla
konuşursam daha fazla kırarım. Benim için bitmiş olan bir ilişkiye devam
etmemizin anlamı yok!
-Ela sen ciddi misin? 1 Nisan
falan da değil, kamera şakası falan mı yapıyosunuz? Sonra Melih’le taşak
geçeceksiniz di mi? Yemezler!
-Gerçekten şu anda edilebilecek
küfürlerin sonundayım, hepsinden daha ağır bir şey bulmaya çalışıp bulamıyorum.
Nasıl farklı bir frekanstayız seninle! Yüzüme bakıp ne kadar ciddi ne kadar
şaka olduğunu bile anlayamayacak kadar ilgisizsin bana. Ne kadar eksik, ne
kadar yüzeysel, ne kadar yapay bir ilişki bu! Burada oturup ilişkimizin
eksilerini artılarını masaya yatıracak değilim, bu ilişkinin tedavi edilir bir
yanı olduğunu düşünmüyorum. Daha evvel de sana açtığım konuların tamamı hiç
düzelmemiş şekilde önümde ve yenileri de eklenip duruyor. Uzun ilişkilerin
kaderi bu belki de, ölüme mahkumlar! Ya da ben yalnızken daha iyiyim
bilmiyorum. Ne söylersen söyle fikrim değişmeyecek. Benden hala bir açıklama
bekleme çünkü artık her şeyi tükettim. Bu kadar sakin bitmesi en güzeli.
Kahvaltını et sen!
Kalkıp dolaptan eşyalarımı,
telefonumu, tabletimi, kulaklığımı aldım. Sigaramı cüzdanımı, sırt çantama
doldurdum, evin anahtarını aldım (sonradan gelip kalan eşyaları almak için
gerekli olacak!) O dakikadan sonra yanımda oturup bana bir şeyler anlatmaya
çalışan Ümit’in söyledikleri birer mırıltı olarak fon müziği oldu mutlu
dansıma. Kapıyı çektiğimde o apartmandan her zamankinden mutlu çıktım güneşe…
Ne yapacağımı planlamamıştım
saate baktım 13:56, iskeleye yürüdüm, denize baktım, mavi minibüslerin
kornalarına sinirlendim, terledim, deniz kenarında oturup çay içtim. O
apartmanı hiç sevmemiştim, sebebi sanırım en baştan oraya taşınmak istemememdi,
sebebi Ümit’i sevmememdi. Birinin iyi bir insan olması onu yaşanabilir ya da
her şeyden öte sevişilebilir kılmıyor.
Saat 16:00 civarı bir şeyler
yapmam gerektiğini düşündüm, keşke çıkmadan duş almış olsaydım. Telefon
rehberini ve whatsapp’i dolaştım. Selin her zaman en yakınım ama onda kalamam.
Mutlu ailesi ve bebeği şu anda ihtiyacım olan şey değil. Onun yanına biraz daha
düzeldiğimde giderim. Şu an özgürlüğümün tadını çıkarmalıyım. Her zaman
gittiğim yerlerin haricinde, gitmek istediklerimi bulup bana ait bir zaman
yaratmayalı uzun zaman olmuş.
Sanırım Esra’yı bir denemeliyim.
Önce mesajla yoklamak en iyisi.
-Pişt, nabıyon? …
Sessizlik… Bu süreçte insan
kendini mal gibi hissediyor, samimi olduğun bir arkadaşını uzun zaman ihmal
etmişsin, sonra işin düşmüş ve sanki hiç mesafe girmemiş gibi bir giriş yapmaya
çalışıyorsun ama karşılığı geciktikçe aptallaşıyorsun. Üzerinden yarım saat
geçiyor, o arada birkaç arkadaşı daha deniyorum, tabi daha seviyeli bir
girişle, herkesin planı önceden yapılmış ya da hafta içi onlar için ev demek
bilemiyorum.
Yarım saat sonunda Esra : İyidir
be ya! Toplantıdayım, çıkınca ariyim seni?
Ffff, tam bir rahatlama! Trip yok,
seviye yok, mesafe yok!
-Tamam, önemli ama bak ihmal
etme, akşama görüşmemiz lazım, girlz night out bitch!
-Hımm, Ok du bekle!
3 dakika geçmeden telefonum
çalıyor, Esra heyecanlı bi sesle:
-Anlatsana ne oldu? Ümit’le
ayrıldın mı yoksa?
-Müneccim boku mu yedin?
-Bebeğim özellikle son bir yıldır
ne zaman kızkıza çıkabildik? Kuyruğundan kurtulduysan bunu kutlamalıyız, belki
daha evvel bu kadar açık dile getirmedim ama o kıl yumağını hiç sevememiştim!
Samimiyeti içimi ısıttı, o kadar
uzun zamandır bu huzura ihtiyacım var ki, özgürlük damarlarımda karıncalanıyor,
üstelik ay başı ve hesabım dolu olmalı!
-Ne zaman çıkıyorsun işten?
-Normalde altıda ama bugün
toplantı uzayabilir, İsviçre’den finans bilmemnesi gelmiş, her şeyi
denetliyorlar şirkette.
-Tamam Kadıköy’deyim ben, ara
beni gelince!
-Tamam bebeğim! Wuuhuuu!
Sesindeki neşe ve cilve beni de heyecanlandırdı, sanırım güzel bir akşam
olacak! Kadıköy’de bir Pazartesi akşamı ne kadar eğlenilebilir ki?
Esra gelene kadar önce bir yerde
oturup koca bir tabak pizza yedim ve bira içtim. Sonra kalkıp barlar sokağında
bir bara oturdum, daha gündüz ve hafta içi olduğundan yoldan geçen herkesin
hayatlarıyla ilgili hayaller kurarak saati 7 ettim ama Esra hala ortada yoktu.
Yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlayan sokaklarda biraz gezinmek isteğiyle
yerimden kalktığımda kaç bira içmiş olduğumu saymaya çalıştım ama 5 olmalı
sanırım. Çoktan geceye hazırım.
Buraların bu kadar kalabalıklaşmış
olması beni her gezişimde hayrete düşürür. Oldum olası sevdiğim, çocukluğumu
gençliğimi geçirdiğim bu sokaklarda şimdi bir ayrılığı atlatıyorum. Atlatıyor
muyum? Kutluyorum daha doğru sanırım…
Saat sekize gelirken sanırım
telefonum çalıyor, Migros’un önünde buluşuyoruz Esra’yla. Siyah kumaş pantolon,
beyaz şifon gömleğiyle çok resmi
görünüyor ama kollarını kocaman açıp bana koşarken bir anda çocukluk arkadaşıma
dönüveriyor. Bazı insanlar dış görünüşlerinden ne kadar farklı! Saçlarının
rengini açmış, yaza girerken daha sarı olunması gerektiğiyle ilgili bir genel
geçer algının varlığını savunur hep. Bildiğim şeyler değil, kuaförler bana hep
uzak oldu.
Bir sigara yakıp yürümeye
başlıyorum, yanımda meraklı gözlerle “ee anlat” bakışını atıyor. Ümit yolda
sigara içmemden nefret ederdi, bense çok severim!
Biraz yürüdükten sonra eskiden çokça
takıldığımız bir bara oturuyoruz. Birer bira geldiğinde içimi dökmeye ne kadar
hasret olduğuma şaşırıyorum. Anlatılacak çok şey var aslında, üstelik
çakırkeyiflikten düşen çenem sayesinde içimden geldiğince anlatıyorum. Bir ara
gözüm gökyüzündeki bir uçağa takılıyor. Ne kadar gitmek istediğimi düşünüyorum.
Allah’ım gitmeliyim buradan!
Esra bir ara tuvalete kalktığında
sigaramın bittiğini fark ediyorum, masada çantası yok, kesin makyaj tazelemek
için yanına almıştır, bekar kızların kendine bakmasıyla Esra’nın kendine
bakması arasında çok fark var. Eminim Esra evli ve 3 çocuklu olduğunda da kimse
onu eyeliner ve pudrası olmadan göremez. Geçerken tuvalete uğrayıp onu
beklediğim gibi aynanın karşısında buluyorum:
-Ben sigara almaya çıkıyorum.
-Tamam, ballı puro da alsana?
Kutlayalım.
Gülümseyip çıkıyorum. Hep
haftasonları (onda da seyrek olarak) çıkan biri olarak hafta içi hem de gecenin
bu vaktinde sokakların bu kadar canlı olmasına şaşırdığımı hatırlıyorum. Sigarayı
alıp biraz yürüdükten sonra puroyu almayı unuttuğumu fark edip aniden döndüğüm
sırada birine çarpıp irkiliyorum. Melih iki omzumdan beni kavrayıp “vovoo yavaş
yengeaanım! Napıyosun burada? Şurda oturuyoruz biz de arkadaşlarla, bakkaldan çıkarken
gördüm, nerdesiniz?”
-Bilmiyo musun?
- Neyi? Kavga mı ettiniz?
-“Ayrıldık!” Kafasını geri çekip
nassı yani bakışı atıyor. “Evet, ve ciddiyim, sanırım bu da seninle vedalaşmam
demek oluyor.” Biraz geri çekilip resmi bi şekilde elini sıkıyorum, elimi
bırakmıyor “ Nasıl yani, dur bakalım gel şöyle” Elimden beni kenara çekiyor.
Oturduğu masaya bakıyorum, iki kız bir erkek arkadaşıyla beraber, kızlardan
biri sohbet ederken yan gözle bizi kesiyor. Takıldığı kızlardan biri olmalı,
esmer uzun bacaklı, güzel bi hatun.
“Ela?” elimden biraz çekip yüzüne
bakmamı sağlıyor. Elimi hala bırakmadı, ne yapıyor bu?
-Efendim Melih?
- Kızım saçmalamasana, kiminlesin
sen?
- Sanırım bu soruna cevap vermem
için bir sebep yok. Üstelik arkadaşım beni bekliyor müsaade edersen? Bakışıyoruz.
-Seninle geliyorum!
-Hayır gelmiyorsun.
-Evet geliyorum, bekle, yanımdan
ayrılıp masaya gidiyor. Arkasından birkaç saniye baktıktan sonra yürümeye devam
ediyorum. Nerden çıktı karşıma, Esra’yla olduğumu Ümit’e söylerse onda kalmaya
devam edemem. Nerde olduğumu bilmemeli ki bu ayrılığı gerçekleştirebileyim.
Tam bara girecekken arkamdan
yetişiyor. Cebimden telefonu çıkarıp Esra’ya yazıyorum: “ bi arkadaşı gördüm
sohbet ediyorum, gelicem birazdan, yalnız bıraktım seni ama bunu halletmem
lazım!” Melih beni kenara çekip apartmanın girişinde kalabalıktan uzak bir
köşede sıkıştırıyor. Soran bakışlarla yüzüme baktığı sırada telefonum titriyor,
çıkarıp bakıyorum: “Ümit mi yoksa?” cevaplıyorum “ Yok merak etme! Gelicem!” “OK”
-Ne var Melih, gelme dedim sana!”
-Sarhoş görünüyorsun.
-Sanane! Bi düşün yakamdan
ya!Kötü olmiyim diyorum da ailecek çok uğraştırıyosunuz beni, bitti işte
sevmiyorum ve artık hayatıma devam etmek istiyorum. Birbirimize göre değiliz,
devam etmemiz zaten saçmalık olacak, uzadıkça daha da anlamsızlaşıyor.
-Sebep?
-Sevmiyorum dedim ya başka sebebe
gerek var mı?
-Bu kadar çabuk karar vermesen
aslında, 3 sene az zaman değil. Eliyle tekrar omzumdan tutup beni apartmanın
girişindeki merdivenlere oturtuyor. Yan yana bir süre öylece oturuyoruz. Bu
çocuğun sevdiğim yanlarından biri dinlemeyi bilmesi sanırım. Bana anlatmam için
zaman tanıyor. Anlatacak bir şey olmadığından, sessizlik uzayınca pes ediyor.
-Peki! O zaman güvenilir birinin yanında
olduğunu varsayıyorum.
-Emin olabilirsin.
-Peki! … birkaç dakika daha
sessizce oturuyoruz.
-Gitmem gerek, arkadaşımı yalnız
bıraktım.
-Tamam, o zaman bu bir veda mı
gerçekten?
-Evet, kendine iyi bak, belki
ilerde bir fırsat olur görüşmek için.
-“Umarım olur.” Biraz imalı mı
söyledi? Kafamı kaldırıp yüzüne bakıyorum, gözgöze bakıyoruz birkaç saniye,
açık kahverengi gözleri karanlıkta güzel ve hüzünlü, sanırım gerçekten gitmeme
üzülüyor. Yanaklarıma eğilip yavaşça öpüyor, o kadar yavaşki içimde bir şeyin
kıpırdadığını hissediyorum, diğer yanağıma geçtiğinde nefesini de hissediyorum,
istemsiz bir şekilde ben de aynı yavaşlıkta öperek karşılık veriyorum. Dakikalarca
sürmüş gibi geliyor bu koklaşma bana.
-Gitmem lazım… diye fısıldıyorum
kulağına ve yanağımı ayırıyorum. Hoşça kal.
Esra’nın yanına döndüğümde içimde
başka bir kıpırtı, yeni bir dönemin başlangıcı, özgürlüğün ve bekarlığın
verdiği güç damarlarımda dolanıyor. Bir saat kadar daha içip kutladıktan sonra
bir taksiye atlayıp Bostancı’daki evine geliyoruz.
Macera yeni başlıyor bebeğim! Bundan
eminim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder