9 Haziran 2014 Pazartesi

Geçmişini tanıyıp tamamlanır insan, eksiklerini bulur, hatalarına sebepler bulur...

12:22

İçimdeki sinir harbine, sana olan bu kızgınlığıma engel olamıyorum. Ne filtre kahveler, ne şaraplar ne sigaralar tükettim… Çığlıklarla ağlamak istiyorum, minik bir bebek gibi katıla katıla ayaklarımı yere vura vura. Ama bunları bir şeyleri düzeltmek için değil, rahatlayıp defolmak için yapıyorum, gitmeye çok ihtiyacım var, uzun zamandan beri. Ve bugün son olacak söz veriyorum. En azından ben babamdan daha dürüst bir hayat süreceğim. En azından ben kendi ailemden daha mutlu bir aile kuracağım. O ailenin bireyi yalnızca ben olsam bile sağlıklı kalabilmem için bu adamdan ve bu çevreden kurtulmaktan başka çarem yok.

Beraber iki yıldır oturduğumuz evin salonundayım. Gri koltuklarımızın rengi açılmış, pufları kabartılmalı ama bu evde hakkettikleri sevgiyi göremedikleri kesin. Bir anda kendimi diz hizasında çiçekli şifon elbisemle evi toparlayan, pufları ve kırlentleri kabartan mutlu bir ev hanımı gibi hayal ettim. Hayalimde bu ev daha güzel görünüyordu. Aşk her şeyi güzelleştiriyordu...

Ümit uyansa da kahvaltı yapıp normale dönsek demiyorum artık. Uyansa da bir yerinden tutsam söyleyeceklerimin. Başı, ortası, sonu hiç fark etmez. Bir yerinden başlayacak cesareti bulmak yeterli olacak. Kan damarlarımda sinir dolaşıyo, ellerim ayaklarım karıncalanıyor olanları düşündükçe. Olanlarda Ümit suçlu olduğundan değil, nasıl bu kadar yanlış bir adam seçtiğime inanamayışımdan. Nasıl bu kadar kör davranıp yalnız kalmamak için kendimi bu hayata sürükleyebildiğimden. Bazen kalabalık yalnızlıktan çok canını yakıyor insanın. Etrafındakilerin senin aynan olduğunu düşündükçe; "Allah’ım ben bu muyum?" demekten kendini alamıyorsun. Aoo, banyonun ışığı yandığına göre mücük sabah ritüeline başlamış olmalı. Bu da demek oluyor ki yarım saat içerisinde salondaki kanepeye uzanıp kumandayı eline almış “ee kahvaltı yapmıyor muyuz?” demiş olacak, sanki kahvaltı kendi kendine hazırlanabiliyormuş ya da kıdemli kahvaltı hazırlayıcıbaşı benmişim de görevimi aksatıyormuşum gibi şaşkın ve umarsızca bakacak…

Elimdeki şu kısa sürede delirmemek adına sanırım hikayeyi size baştan anlatmalıyım. Ne olduğumdan neye dönüştüğüme ve bundan sonra ne olmak istediğime kadar. 1985 Aralık ayında İstanbul Üsküdar’da dedemin tatlı güzel evinde dünyaya gelmişim Bu klişeler, yaşadıklarımı anlatabilmem ve rahatlayabilmem için önemli...

Tabi ki bunları sanki o günleri hatırlayabilen süperhafızalı bir dahi çocukmuşum gibi dillendirdiğime bakma, bana anlatılanları zihnimde karakter analizim için biriktiriyorum ve zaman zaman kendime sonuçlar çıkarabilmem için bunları aile bireylerinden dinleyip kendi yorumumla hayal ediyorum. Zihnimde sadece hatırlayabildiğim geçmişimden kurulu, bir anda ortaya çıkmış bir ergen değil, doğmuş, sevilmiş, emeklemiş, yemiş içmiş, kırmış dökmüş, okumuş, kızdırmış, kıllanmış, irilmiş, günbegün yaşamış biri, hikayesi tamam olan biri olmak istiyorum.

Neyse, muhtar dedem annemin babamla mutlu olacağına hiç inanmamış-zaten her ailede eli öpülesi bir bilge yaşlı oluyor- ancak annemi ilk çocuğu olması vesilesiyle aşırı el üstünde tuttuğundan bir dediğini iki etmeden evlendirmiş. İlk etapta mutlu başlamışlar sanırım, en azından annemin söyledikleri bana öyle düşündürür: “aradığımı buldum sanmıştım, artık benim için hayat Selim’in kollarındaydı, başka hiç kimse hiçbir şey bana ne gerekti ki?” Ah naif ve bir o kadar da gerizekalı Münevver! Selim Kendirci zamanın yakışıklı ve bir o kadar da piç takılan genç doktorlarından. Uzmanlığını henüz almamış: Jinekoloji… Annemi de bir arkadaşının gizli kürtajı sırasında tanımış. O kadar korkmuşlar ki, babamın o dönem asistanlığını yaptığı, ve maalesef 63 yaşında sirozdan vefat eden, Mehmet Kendal amca onları sakinleştirme ve mümkünse ameliyat için uygun bir psikolojik duruma gelene kadar ameliyatı erteleme görevini babama vermiş. İsmini annemden hiç duymadığım ama Selma teyze olduğunu varsaydığım arkadaşıyla beraber annem öncelikle ofiste uzun süre direnmiş, ameliyat için ısrar etmiş. Ancak babam çenesiyle onları paralize edip bir kahve içmeye, tekrar düşünmeye ikna etmiş. Ne adamlar var, Allah rahmet eylesin de Mehmet Amca gerçekten çok başka adamdı, hep ekstra büyük baba oldu bana. Hakkını hiç birimiz ödeyemeyiz sanırım…
O gün içilen kahveler sayesinde, Selma Teyze olduğunu varsaydığım annemin yakın arkadaşı, karnındaki bebeğe bir şans vermeye karar verip durumu daha önce korkusundan bahsetmediği sevgilisine açıyor. Sevgilisinin korkup kaçacağını düşünürken derhal düğün hazırlıklarına başlanıyor ve babam Mehmet Amca’nın da sayesinde Yağmur’un yaşamasını sağlıyor. Yağmur benden tam 3 yaş büyük ve hikayelerde yaptığım çıkarımlara göre tam da bu kadar zaman içinde benim aileye katılmış olmam lazım. Çevremizdeki diğer ailelerin hikayeleri daha az uyumlu ve annem Selma Teyze’den yıllar içinde didişip tartışsalar da hiçbir zaman kopamadı.
Selma Teyzeyle, Ferdi Amca’nın düğünlerinde babam ve annem de ilk danslarını etmişler ve flörtleri başlamış. Annem o sırada bir bankada gişe memuruymuş ve gerçekten fotoğraflardan da gördüğüm kadarıyla çok güzel ve alımlıymış. Bana geçmeyen bir kibarlığı var, hala incecik ve asil. Tüm kıyafetleri uyumlu. Bu beni ara ara sinir etse de hiçbir zaman gerçekten onun gibi olmak istemedim… Kızsam da sanırım karakterim babama daha yakın, ŞET!
Neyse düğün sonrası 6 ay süren flörtleşmeler, boğaz turları, discolar derken dedem de zaten bilip de görmezden gelmeye devam ettiği bu ilişkiye artık bir ad koyulması gerekliliğini anneme dile getirmiş. Annemin söylediğine göre babam ilk etapta o kadar da coşkuyla karşılamamış u fikri, onun ailesi biraz daha orta halli, biraz da kendi maaşından paylanarak hayatlarına devam ettiği için olsa gerek –belki  o da benim şu anda olduğum gibi saçma bir durumun içine kendini sokmuş ve annemi üzmek istemediğinden evlenmiştir bilemiyorum- annemden biraz zaman istemiş. Kış aylarında gelişen bu olay bahar sonuna kadar ertelenmiş. Yaz başında babam da ailesini alıp Üsküdar’a kız istemeye gelmişler. Babamın ailesi, anneminkilere göre biraz daha anormal bir topluluk diyebilirim. Babaannem yalnız, eşini genç yaşta kaybetmiş, 2 oğlu ve bir kızıyla geçinmeye çalışan bir orta halli kadın. İlkokulu bile okumamış, okuma yazmayı eşini kaybettikten sonra mecburiyetten öğrenmiş, hayatın törpülediği, dilini esirgemeyen bir cebbarceval.  Tabi tanıştıklarında ananem kızı için çok endişelenmiş. Bu kadar zaman el üstünde tuttukları kızlarının kaynana elinde ezilmesini istememiş, zira oturdukları ev haricinde başka bir evleri ya da bunu karşılayabilecek maaşları yokmuş. Babamın uzmanlığını alması ve gerçekten para kazanmaya başlaması bundan 4-5 sene sonrasında olacakmış.
Birçok konuşmaya, ikna çabasına rağmen annem kayınvalidesi, iki kayın bilader ve bir görümceyle yaşamayı kabul etmiş. Buradan babama çok aşık olduğunu mu çıkarmalıyım yoksa annemin mülayim ve uyumlu karakterini mi bilemiyorum. Sade bir nikah töreni ardından dedemin ayarladığı sahil kenarında güzel bir lokalde düğünleri gerçekleşmiş ve sonrasında 2 uzun yıl annem babaannemle yaşamak zorunda kalmış. Amcalarım bana göre tatlı insanlar olsa da beraber yaşamayı tercih etmeyeceğim kadar saygısız ve vurdumduymazlar. Halamsa ev işlerini paylaşacak bir kızkardeş edindiği için mutlu, nispeten hem seven hem söven bir halde annemle hep iyi ilişkiler kurmuş.
Annemin hamileliğiyle evde olağanüstü hal ilan edilip tüm düzen değiştirilmiş. Kendirci soyadını devam ettirecek bir veliaht beklemişler ama tabi benim geleceğimi bilmeden. Bu dönemde annemin her istediğinin yapılması, ona doğumu kendi anne ve babasının yanında gerçekleştirmek isteğini dile getirme cesareti vermiş. Torununu sağlıkla kucağına almak isteyen babaannem , anneme müsaade etmiş. Bu sırada baban nerde derseniz, o zaten eve ve ekstradan gelecek diğer boğaza yetişmek için sürekli nöbete kalıp, kalan zamanlarda uzmanlık sınavları için sürekli çalışır haldeymiş.
Sonunda dedemin Üsküdar’daki evinde doğduğum sırada babam, kendi eşini doğurtabilecek kadar deneyimli olmasına rağmen, başka bir doğuma yardımla meşgulmüş ve ebe Emine’nin ellerine dünyaya gelmişim. Benim doğumumla annem bankadaki işinden ayrılmış ve kendini ailesine adamış, iyi mi yapmış? Zamanın şartları, yargılayacak değilim ama arada kaybettiği yıllar olmasaydı şu anda daha iyi bir yerde olabilirdi elbette, bunu hak ediyor.
Babam uzmanlığını ben 2 buçuk yaşındayken almış ve 3 yaşıma gelmeden ayrı evimize çıkarak sonunda çekirdek yuvamızı kurmuşuz. Bundan sonrasını annem 5 yıllık saadet devri olarak anlatır. Benim ilkokul yıllarıma kadar o kadar çok gezmiş ve fotoğraf çektirmişiz ki gerçekten bir zamanlar mutlu olmuş olabileceğimize inanırım. Neden sonra babam daha çok çalışmaya vermiş kendini. Daha çok seminere katılır, daha çok evden uzak kalır olmuş. Zaten annem de benim okulum derslerim derken günlük rutine dalmış gitmiş.
Bir gece uykumdan uyandığımı hatırlıyorum, annem yatak odasında telefonla konuşuyor. Ağlıyor mu? Uykulu muyum? Gözlerimi ovuşturup dirseklerimin üzerinde doğruluyorum, dikkat kesiliyorum. Evet burnunu çekiyor. Hemen bir endişe kaplıyor içimi, kesin birine bir şey oldu. Yataktan doğrulup odamın yarım açık kapısına doğru ilerliyorum, karşı çaprazda annemlerin yatak odası, şifonyerin aynasından arkası dönük annemin, telefon kulağında omuzlarını bir düşürüp bir dikerek mırıldandığını duyuyorum.
“Hımm. Hı hımm...”babamla mı konuşuyor?
“Yok yok ağlamıyorum, merak etme” ama ağladığından eminim.
“Ben bunu öğrenmeliyim, böyle olmaz, Selim’le konuşucam!” babam değil o halde. Biri de ölmemiş. Öğrenilecek bir şey var. Kapıyı açıp yatak odasına doğru yürüyorum. Annem beni fark ettiği gibi zıplıyor, zoraki gülümsemesini ve “Tamam canım ben seni ararım, Ela uyandı” deyişini hatırlıyorum. O gece annemle yattım. Bana bir arkadaşının annesinin çok hasta olduğunu ve çok üzüldüğünü söyledi. Keşke kendimi göstermeden dinlemeye devam etseydim!

Bu olaydan sonra annemle babam bariz şekilde tartışır oldular. Her fırsatta birbirlerini tersliyorlar, kahvaltıda bile 10 dakika aynı masada oturamıyorlardı. O zamanlar ergenliğe yeni girdiğimden benim için sınıftaki Ceren’in sarı saçlarıyla yarışmak ve Numan’a kendimi beğendirmek gibi dertlerim vardı. Bu sıkıntılar çok da umrumda değildi açıkçası. Yine de evdeki huzursuzluk çocukları çok yoruyor. Psikolojimde etkisi olduğundan eminim. Zaman zaman bu dönemleri mutlu geçirmiş olsak daha sağlıklı bir birey olur muydum acaba diye düşünmeden edemiyorum.


Hikayeme şu anda ara vermek zorundayım. Yapmam gereken daha önemli bir iş var. Bugün eşyalarımı toplamaya başlasam, yakın zamanda bir starbucks’ta tabletimden yazıyor olmayı diliyorum. Şu an ev aramak ihtiyacım olan şey.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder