Hayatımın en sıkıcı gününü yaşıyorum sanırım! Haziranın bu bunaltan gününde
bu rezil hamam böceği yuvasına tıkılıp kalmış olmak yetmiyormuş gibi bir de
şarabım bitti…
Kısa zaman öncesine kadar bu işin sonunun daha iyi olacağını umuyordum ama
artık inancım kalmadı. Ben kendim olmaya çalıştıkça beni engelleyen,
yavaşlatan, hayattan alıkoyan bir sevgiliye artık ihtiyacım yok, bundan eminim
en azından. Ümitle yollarımız kesiştiği günden beri hep bir eksik sevmeler, hep
bir yapboz parçası aramalar… “Zaten bilmiyor muydun be kızım!” diye bağıran
içsesim şu an “Ben söylemiştim demiycem çünkü buna gıcık olursun, seni
tanıyorum, beni görmezden gelmeni istemiyorum ama sonunun böyle olacağını
biliyordum!” naralarıyla beni kendime gelmeye ve durumu kabullenmeye zorluyor.
Bu gibi anlarda şaraba daha çok ihtiyaç duyuyorum. Şarabın sarhoşluğunun ne
kadar güzel olduğunu bilmeyen birine aşkı anlatmaya çalışmak beni çok yordu.
Şu
an yanımda ilgisizce bilgisayar kurcalayan bu artık itici "homosapien"'den gerçekten kurtulmak istiyorum. Her ayrılık denememde
"bunu gerçekten istemediğini biliyorum ve senin pişman olmanı, bu arada
kaybettiğimiz vakti toparlamaya çalışmayı ve ilişkimizin yalama olmasını
istemiyorum, bıy bıy bıy bıy." Bunlara katlanamasam da yalnız kalmakla ilgili sorunlarım
var. Kendimi gecelere vurmak istemiyorum. Her yeni vücut yeni bir faça demek
kolunda... Acısını hissetmediğin, tatlı tatlı seni kendini cezalandırıyormuşsun
tatminine sürükleyen ama aslında ömrünce taşıyacağın bir kesiğe dönüşecek ve
yeterince olgunlaştığında taşımaktan eskisi kadar hoşlanmayacağın bir çizik....
Her neyse, sanırım bu akşamki ruh halimde Melih'in etkisi var. Sevgilimin
kardeşiyle flörtleşmek pek de ahlaki sayılmaz. Dahası bunun nereye varacağı çok
açık, bu "baldız baldan tatlıdır" kıvamındaki sevimli didişmeler
elektriklenmeli gerilmeli dokunuşlara dönüşmeye başladı ki bu hiç de sağlıklı
değil. Tamam, ahlak kumkuması olduğum söylenemez ama aynı evde yaşamaya karar
vermişken (ki sanırım bu ilişkiye başlama kararımdan sonra verdiğim en aptalca karardı)
sevgilimi kardeşiyle aldatacak değilim. Bu kadarı bana bile ters. Ama bu
senaryoda içsesisimin "titre ve kendine gel bebeğim" çığlıklarının
sebebi "başka birine bunları hissedebiliyorsam zaten ben bu Ümit'i
sevmiyorumdur ulan! Hem de kardeşine! Lan!" dedirtiyor bana, sus canım, sus bebeğim!
Zararsız bir hayatım var. Okul 7 senede de olsa bitti. Kendimi hiçbir zaman
avukat olabilecek kadar kararlı ve ağzı laf yapan bir kaltak olarak görmedim.
Toplum içinde konuşmakla ilgili sorunlarım var. Dolayısıyla halen baba parası
sefası sürmekteyim. Selim Bey'in buna itirazı olacağını sanmıyorum, aramızdaki
anlaşma sonrası zaten her ay hesabımda herhangi bir avukatlık firmasından kazanabileceğim
paranın 3 katını bulmam bunu kanıtlıyor. Ahlaki değerlerimi kimden aldığım
ortada...
Dün gece telefonun sesiyle irkildiğimde saat 03:15'di, Selim Bey arkadan
gelen, tahminen Kumkapı, klarnet sesini bastıran bas bariton nidasıyla :
"Ela seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi?" ben ne kadar
susamış olduğumu ve acaba bu ayyaş konuşmadan çabucak kurtulup
kurtulamayacağımı düşünüyordum.
" Hı hım..." sessizlik... Gerçek anlamda bir sessizlik. Arkada
susan klarnetin bir anda bizi normalleştiren bir fon yaratmaya çalıştığını ama
benim sevgisizliğim nedeniyle susarak yerini yanık bir keman sesine
bırakacağını düşündüm bir an. Bir şeyler söylenmeliydi, zira sessizlik bana bir
saat kadar uzun gelen o birkaç saniye boyunca sonsuzluğa uzandı. Sonunda pes
eden tabi ki ben değildim, kozu yüksek olan taraf olduğumdan hiç riske girmemi
gerektiren bir durum yok ortada.
" Görüşmek ister misin? Salı mesela? hı?"
....
"Eğer planın varsa Perşembe'yi de boşaltabilirim, birkaç önemli
randevu dışında öğleden sonramı boşaltabilirim gibi duruyor."
" Bu hafta şehir dışındayım baba, sorduğun için sağol, ne zaman
dönerim bilmiyorum, saatin farkındasın di mi?"
" Evet hayatım... Uyumuyorsundur herhalde diye düşünmüştüm, bugün
Cumartesi!" ne anlatmaya çalışıyor bu adam? Şimdiden içi geçmiş bir yaşlı
gibi davrandığımı mı yoksa "kendine biraz çeki düzen verip yaşının
gerektirdiği gibi davranmalısın tatlı prensesim" vurgulu cici baba vaazı
mı? Yo yo bu kesinlikle ne dediğinin farkında olmayan antropozlu baba
vırvırı...Belki de o kadar anlam yüklememeliyim, muhtemelen bir büyük bittikten
sonra aranmışımdır, acaba pişmanlık ya da suçluluk mu? Şu an annemle
olmadığından eminim.
"Peki baba, sana iyi eğlenceler!"
"İş yemeğindeyiz, çiçek pasajında." çok ilgimi çekiyormuş
gibi...
"Hı hım, hadi afiyet olsun o zaman hayırlı işleeer!"
Uykumu kaçırmaktan başka hiçbir şeye yaramamış olan bu saçma sevgi
gösterisi beni duygulandırmak yerine daha da sinirlendirdi. Neyi var bu adamın?
Ya da bu adamların demeliyim sanırım. Biz kadınların kendini açıklamak için
illa bu adamları şekillendirmemiz "dur oğlum! ne saçmaladın orda o
söylenir mi lan öküz" şeklinde sürekli müdahalelerde mi bulunmamız
gerekiyor? Bizden bu kadar şikayet etmelerinin sebebi ne acaba? Üstelik hayat
bu kadar kolayken, kadınlar bu kadar açıkken!
Dedim ki madem uyandım bari herifime sarılayım, yalnız olmamak böyle anlarda işe yarıyor, ama... O zamana kadar
farketmediğimi farkettim ki Ümit yanımda değil. İçeride ışık da yanmıyor. Hımm
acaba nerde? Yani beni aldatacak bir insan olsa hayatımıza renk ve ihtiras
katılmış olurdu diyebileceğim kadar düz bi adam olan Ümit gecenin bu vaktinde
nereye gider?
Daha önce de belirttiğim gibi evimizin bir hamam böceği yuvasından hallice
çehresinde bir adamı kaybetmek zaten mümkün değil, yatak odası haricinde bakacağın
bir salon bir de banyo var zaten. Her ikisinde de olmadığına göre kalıyor tek
seçenek: Melih. Evi çok yakın olduğundan beni "uyandırmaya kıyamayıp" -ki bir kere de bana kıy, bi ağzıma sıç be adam- Melih'e gitmiştir!
Mavi şipidiklerimi ayağıma geçirip pijamamla yeldeğirmeni sokaklarına düştüm.
Hava o kadar güzel ki içime çektiğim derin nefes bana gerçekten " Olm
Cumartesi lan bugün, 11'de yatmışın cidden için geçmiş senin, yaşlı kadın
olmuşun sen!" dedirten bir zihin açıklığı verdi. Birkaç apartman sonra
pasajdan geçip "Gülçiçek" Apartmanının, üzerinde "Ali
Kobalt" yazan 3. ziline bastım. Bu zil beni hep mutlu ediyor. Ali Kobalt'ı
hayal edip, o zile adını yazacak kadar bu daireyi sahiplenmiş kişiyi bir esmer
bıyıklı aile babası, bir genç yakışıklı öğrenci, bir çelimsiz çirkin garson olarak hayal ediyorum. Bu yüzden Melih 'in "Olm şu zile de
adımı yazsam, bütün mektupları kapıya bırakıyo postacı, faturalar kaybolsa
neyse de Liane fotoğraf falan yolluyo bazen, sokaktan geçen birinin eline
geçecek, herif kızın fotosuyla! Baldız kusura bakma da bizim kız birrazz
güzel!" yorumuna karşılık "Ya saçmalama, zile adını yazacaksın sonra
gidip bir yerde takıldığın kurtulmak istediğin bir kız olacak, başını belaya
soktuğun kavga ettiğin biri olacak, ne bileyim ödemek istemediğin fatura, almak
istemediğin mahkeme celbi olacak!" yorumuyla bu fikirden vazgeçirmeyi
başarmıştım. Bunu o sırada gayri ihtiyari yapmıştım ama yukarıdan zile
basmalarını beklerken aklıma geldi, ben bu Ali Kobalt'ı hayal etmeyi seviyorum. Liane de Melih'in Erasmus partilerinden birinde tanışıp 3 ay boyunca düzdüğü, sonunda dünyanın bir ucuna geri dönen Avusturalyalı arkeoloji öğrencisi. Hala internetten yazışıp, sanal sex ve daha tehlikesiz olduğunu neden düşündüklerini bilmediğim şekliyle birbirlerine erotik fotoğraflarını posta yoluyla yolladıkları garip ve anlamsız bir ilişki yaşıyorlar. Belki de bizimkinden anlamlı, en azından sex ve istek içeriyor!
Zil'in geceyi bölen sesiyle kendime geldim, benimle beraber yoldan geçen
iki "tahminen gay" tip de zıpladı, gülüştük. Kapısına geldiğimde
aralık ama karşılayan kimsenin olmadığı 6 numaraya, nedense gerilerek,
yaklaştım. Melih pötikareli boxer'ıyla karşımda yarıçıplak dikilirken
nanosaniyeler içinde kafamdan flaşlarla garip fotoğraflar geçit töreni yaptı
"what the fuck!"
"Nabıyonuz siz böyle yarıçıplak?" tepkime engel olamadım.
"Yarıçıplak okey, afedersin bu saatte seni bekleyeceğimi düşünmezsin
heralde? Siz derken?" ani bir endişe geldi geçti.
"Ümit burda değil mi?"
"Yoo!" hımm, çabuk düşünmeliyim, gözlerini boxerdan ayır, öhöm,
hımm, nerde olabilir? sessizlik uzuyor, ortam garipleşmeye ve biz
yabancılaşmaya başlıyoruz. "Girsene?" gerçekten mi? şu anda, sen
böyle, ben pijalamalar.. içsesim bile kekeliyor, sanırım artık bakmamalıyım,
ufak bir piç gülüş gördüğüme kalıbımı basarım.
"Yok, ben Ümit'i evde bulamayınca kesin buraya PS oynamaya falan
gelmiştir diye düşündüm, sanırım eve dönsem iyi olur" biraz daha ısrar
etse keşke, hazır uyanmışken bir iki bira içerdik diye düşünmeden edemiyorum, bu
hayatın biraz maceraya ihtiyacı var, arkamı dönmek üzereyim. Çoktan bir basamak
indim bile... Sanırım artık çok geç, derken "Yahu gelsene kızım, bu saatte
yalnız başına göndermem, bi de pijamalarla çıkmış te Allah'ım hadi geç, ben de
bi şeyler giyeyim üstüme beraber gideriz!" giyme :(
Melih'in eviyle ilgili en sevdiğim şey siyah ve gri ağırlıklı oluşu ve bol
bol kitap ve mumla renklendirilmiş salonu... Kendimi pofuduk üçlü koltuğa atıp
cebimden telefonu çıkardım, çokta odasına geçmiş olan Melih'e seslendim: "Çabuk ol! Bu sefer de Bay pimpirik beni
bulamayıp Kadıköy'ü ayağa kaldırmasın."
Numarayı çevirdim, birkaç kez çaldıktan sonra meşgule düşen telefon beni
daha da endişelendirdi. Hımm, bir yerlerde, telefonu yanında ve meşgule atacak
kadar acil bir şey yapıyor ya da konuşamayacağı bir yerde. Belki de birileri
evimize girip telefonuyla beraber onu kaçırmıştır. Belki de hayatımın ne kadar
sıkıcı olduğuyla ilgili yakarışlarımı duyan yaradan bana bir yardım eli uzatıp onu
"günbatımına doğru at süren yalnız kovboy" felsefesine sokarak hayatının
dönüm noktasını deneyimlemesini sağlamış , bilinmeyen bir yere doğru ilk
bulduğu otobüs, uçak ya da herhangi bir ulaşım aracının biletiyle yollara
düşürmüştür. Oğmayyy!
Kalp atışlarım ve heyecanım telefonun titreşimiyle bölündü, ekranda
gördüğüm "Mücük" ismi o an bana dünyadaki en vasat ve yapmacık isim
gibi göründü. Nerden bulmuşum bunu ben? "Alo!, nerdesin Ümit, ödüm bokuma
karıştı yalnız evde!"
"Ya su almaya gittim kızım, da geldim sen yoksun?"
"Ha!" hımm, şu an garip bir durumun içindeyim ama sonuçta ben hep
dürüst biriyim, yanlış anlaşılacağımı sanmam. “Ben de seni bulamayınca,
herhalde Melih’le PS oynuyosundur diye düşünüp Melih’e geldim, şimdi dönüyorum
o zaman” içeriye seslendim “Meliih, evdeymiş Ümit, çıkıyorum ben, su almaya
çıkmış”
“Beni cepten aramadan ne diye çıkıyosun ki?” Şu anda bunu tartışmaya
başlamak için doğru bir ruh hali, saat ve modda değilim. Babamla geçen garip konuşmadan sonra yeterince telefon saçmalığı oldu bu gece için. CEVAP VERMEMELİYİM. Bunun sonu gerçekten
çok kötü.
“Hadi kapa kapa gelince konuşuruz,Melih’i de uyandırdım o da geliyo galiba”
“E yatardık artık, neyse taam o zaman gelin hadi” onu daha önce yapacaktın,
beni bu kadar uyandırıp kardeşinin çıplak silüetiyle gereksiz hareketli bir
geceye ve libido patlamasına yönlendirmeden çok önce…
Melih gereksiz hazırlığına devam edip her zamanki gibi saçları yapılı, en
güzel kotu ütülü tshirt’ü çekili karşımda dikildiğinde saat 04:00 olmuş olmalı…
“E hadi!” diyen sesiyle irkildim, sanki bu kadar saattir ben süsleniyorum, bu
saatte ne süslendi bu bu kadar? Saçlarını dağınık seviyorum bebeğim, layki
layki…
Yanından geçip antrede ayakkabımı giymek için eğilmek üzereyken, sol
eliyle belimden tutup ayakkabılığa eğilmesi ile elektriklenen vücudum, apartman
içinde önlü arkalı ilerlerken kapanan otomatiği yakmaya çalışıp, biraz da
bilinçli şekilde, nefesleri duyacak şekilde yakınlaşmamızla tam bir alarm
durumuna geçti. Yol boyunca birbirimize çarpıp gülüştükten sonra eve varıp
Ümitle sabahlayacak olmak beni üzdü resmen.
Kapıyı açtığımızda tahmin ettiğim horultu salon kanepesinden geliyordu.
“ Aaaaamaaan, tam bir oyun bozan bu herif ya, uykumdan ettiniz, aklıma PS
soktunuz, bi parti çakmadan kimse beni gönderemez buradan” diyen Melih ayağıyla
Ümit’i dürttü ama nafile çabasına “E hadi bana çak bari” diyen esprili,
anlamlı, mesajlı ve elektrikli söylemimle son verdim. Sanırım o sırada bir yandan da "Allaam nolur uyanmasın Ümit, uyusun sabaha kadar, zaten gıcığım!" diye dua ediyordum.
“Napalım, madem bu kadar
heveslisin, gazını alalım!” bu herifin piçliği beni deli ediyor, kızıyorum
sinirleniyorum ama kardeşinden daha yakışıklı her şeyden öte daha karizmatik
olduğu kesin. Sanırım ben pısırık adam sevmiyorum!
İki minder çekip dizdize playstation oynayarak sabaha kadar birbirini
dürtmeli oynaşmalı bir gece geçirdik, bi ara yaptığım pratikler sayesinde
Barcelona’ya Chelsea ile attığım gole sinirlenen Melih’in elimden joystiği
almaya çalışırken- ya da bahane bilemiyorum- kelimenin tam anlamıyla altlı üstlü
garip bir an yaşayıp, birkaç saniye öpüşme mesafesinde kaldıktan sonra Ümit’in
gayriihtiyari osuruğuyla kendimize gelip gülme krizine girişimiz gecenin sonu
oldu. İyi ki öyle oldu!
Şimdi oturmuş bu adamı sevmediğimi düşünüp duruyorum. Kardeşini de
sevmiyorum, bu sadece bir çekim, cinsel boşluğumu doldurmak için ruhuma bir
delik açmaya niyetim yok! Kutsal bok bana yardım et!
Sanırım bu kadar yeter, şarabım da yok, daha fazla tahammül edemeyeceğim. Zaten Ümit de bilgisayarını bırakıp çiş, diş fırçalama ve pijama giyme ritüeline başladı. Boxerla yatan sexi bir adam yerine full konsantre gece hazırlığı yapan bir adamla beraberim. Bana göre değil! ama elindeki bu tatlım, ya o da olmayaydı? Ulan artık olmasa daha iyi sanırım, en kedili kadın bile benden daha mutludur, yeter ruhumun aldığı yara, gamsız insan olasım var yahu!
Ben kokulu ayının yanına
kıvrılayım, yarın bu işe bir nokta koymalıyım. Acaba Melih şu an hangi barda
içmelerde cilvelerde… Süslenip, salınıp, kırıtıp, ayartasım var kim gelirse
önüme… Bilsem tedavi edeceğini, ömrümü böyle geçirebilirim ama arayışın bir
sonu olmalı, bu ruhun da bir okşayanı, bir gözünü etraftan elini eteğini
çapkınlıktan çektireni olmalı. Bu ruhun da eşlik edeni olmalı! Fiziki eşlik kolay
hacı, ruhum yalnız, ona ne çare…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder